Categories
Unuttuk Sevişemedik

sizden gelenler

arada sırada siz değerleri okurlarımızdan gelen mesajları da burada yayınlamaya karar verdim az önce. tabii ki ilk olarak da çok sevgili okurlarımızdan biri olan hülya’nın bana yazdığı şiiri paylaşacağım –orijinal bölgesi burası– umarım araklamamıştır hülya bir yerden bunu. eğer öyle bir şey varsa bir dahaki sefer bozdoğan kemerine çıkışımda kendimi unkapanı asfaltına gömeceğim. sözüm söz. lafı fazla uzatmıyor, sizi hülya ile başb…

Anan yolda geçiyordu gördüm
Nereye gidiyon teyze diye sordum
SOrdum soruyu soktum boruyu
Anandan akan kanları gördüm

Bu laflar sana girecek
Senden çıkarken acı verecek
Bunu gören Anan ;
Onu sikme beni sik benii diyecek

Bu laflar böyle gider
Lafların hepsi girer
Tutulan boyuna böyle yorumu
Sadece senin gibi ibnelerden çıkar

Hülya derki; bu bir aptaldır
Bunun derdine care anca yarakdır
Ulan ibnenin evladı;
Senin yaşaman zaten bir hatadır

 

Categories
Deneysel Dokunuşlar

çok şey değişti be musa abi

stv değişik bir kanal. vahşi yaşam belgeselleri veriyor. çiftleşme ve koklaşma sahnelerine sansür uyguluyor. ama yine de sayelerinde çok şey öğreniyorum. mesela leoparlarla çok ortak yönüm varmış. leoparlar da avını ağaca çıkarıp yiyor benim gibi. evet ben de ağaca çıkıyorum ve öyle yiyorum. her an bir ağacın tepesinde rastlayabilirsiniz bana, dikkat edin. -aklıma moda yarışmalarında leopara loopar diyen salak karılar gelmişken hepsinin amına koyayım da tepkimi dile getirmiş olayım, oh-

evet, dediğim gibi, ben de bekar evi gibi rahat ve kafamı dinleyebildiğim ortamlarda lahmacun keyfi yapmayı seviyorum mesela (ben=leopar, ağaç=bekar evi, av=lahmacun, bu kez dişi değil, lahmacunu da sipariş ediyorsun geliyor, o yüzden olmadı aslında bu benzetme) günlerden de pazar olursa değmeyin keyfime. hemen giresunspor maçı veren trt’yi açıyorum. giresunspor sevgim de stadyumlarında devre aralarında, maç öncesinde dındını dındını cendere çalmasından kaynaklanıyor. bütün giresunlulara sevgiler, orada çok okurumuz olduğunu biliyoruz.

tabi maç aralarında çalan şarkılar da bu ülkedeki en önemli sorunlardan biri -diğeri kanalizasyonların amerikadakiler kadar kaliteli olmayışı- . default olarak fulden uras’ın “kaç kere sever insan’“ı çalar ama devre arasında kasıla kasıla ısınmaya çıkarken yıldız tilbe’nin damar şarkılarının etkilerine maruz kalan futbolcu arkadaşlarım var. yakınen tanıyorum kendilerini. maçtan sonra bir demet çiçekle ziyaret ettim kendilerini. iyilerdi.

yine de ağırıma gidiyor böyle gerçeklerle yaşamak. hatta öyle ki bazen keşke jamaikalı olsaydım be musa abi diyorum. hakikaten de geçen haftalarda dedim böyle bir şey. aslında 2008de cevahir avm önünde dedim ilk kez. jamaikalı olsam “letsgoyo, hivigoyo” diye bağırma mesleğini edinir, sonra freelancer olarak büyükşehirlerde çeşitli lokasyonlarda animatör olarak görev alırdım. mesela avcılarda bir çiğköfteci açılışında bulunmak isterdim. pardon, yine türkiye’ye dönmüş oldum. bu konuya da zaten nasıl girdim bilmiyorum.

sözün özü: ağaçları kesmeyin. soğan iyi dost. en büyük giresunspor. jamaika ekonomisi bu yıl yüzde 20 büyür.

bu arada radyo yayınlarımız var siz sevgili dostlarımız için ama şahsen bir pozitif ayrımcılık yapıp yayınımızı daha çok ileri seviyede gider sahibi kızlarımızın dinlemesini tercih ederim lakin dinleyici sayısının azlığından şu an hepsinin fatmagülün suçu ne seyrettiğini düşünüyorum. neden böyle?

yayınlar için facebook grubunu takip edin. her hafta şanslı bir hanım dinleyicimiz bizden üzerinde kıvanç tatlıtuğ, jude law, yaşar alptekin ya da her kimi isterse onun fotoğraflarının olduğu bir kaynana dili kazanacak.

Categories
A Night to Forget

iki çay bi kuş

güneşli, güzel mi güzel güncüğümün içine edildikten sonra bilgisayarın başına geçip bir şeyler yazmak istedim ama olmadı.

 

 

Categories
Human Race Must Be Destroyed

bozacının sesine uyandım

merhaba. gözümü açtığımda bakmaya değer pek bir şey bulamadığımdan günün çoğunu uyuyarak geçiriyorum. artık hamza harikalar diyarında. yatağım demeye dilimin varmadığı inorganik parçamın içinde yüzüyorum. kulaçlar atıyorum. zaman zaman boğuluyorum. her şey başıma yatar vaziyetteyken geliyor. mesela sabah tüpçü uyandırdı beni. düşünsenize kapı ısrarla sizi çağırıyor. güç bela dökülerek o kutsal dörtgenden kendinizi atıyorsunuz. bir de bakıyorsunuz.
-tüpçü.
-tüpçü ya.
bu mesleği icra edenleri sevmem. arabalarının arkalarında kırk tane tüple artistleri oynarlar. hani ateşle yaklaşmayacaktık, müdür. o direksiyondaki bıyıklının ağzındaki uzun marlboro emzik değil herhalde. daha kötüsü karınızı becerip, sizi katledebilirler. tüpçü bu. yeni sütçü. keşke eşli olsam. keşke o tüplü ocaklardan bizim eşde de bir tane olsa. keşke eşim beni tüpçüyle çizecek kadar kevaşe olsa. o gevşek amın feyradını kendi silahıyla vurmak için yeter şartları sağlamış olurum. hiçbir şey yapmam. mutfağa giderim. tüpü hortumunu bahçe makasıyla keserim. gaz, evi yavaşça doldururken kapıyı usulca çeker, çıkarım. herkes orgazm sigarası yakar. gol.

Categories
05:45 Hikayeleri

pazartesi günlerine nasıl başlamalı

sorunun cevabı basit. bence sevişerek başlamalı. başka türlü kurtulmak mümkün değil bu sendromdan.

ben mesela bugüne dün -yani pazar günü- neden beş şişe soda içtiğimi düşünerek başladım. hazımsızlıktandır muhtemelen dedim kendi kendime. son zamanlarda hazmedemediğim şeylerin listesini yapmaya karar verdim, daha yapmadım.

belki birgün lazım olur diye googledan kendimi şanslı hissederek yogaya başlarken araması yaptım, çıkan sayfayı okudum. dediğim gibi birgün lazım olabilir.

twitter kullanıyorum, ama buradan promosyon yapmak istemiyorum. yalnız paylaştığım bir şey var, buraya da copy paste edeyim, fayda görüyorum çünkü bunda: “Doğum günümü 6 gün önceden kutlayan gizemli kişi, sana teşekkür ederim, bir şey mi anlatmaya çalışıyorsun ?”

sivil ile sürmekte olan sinema muhabbetimiz star warstaki qui-gon jinn karakteri için “son dileğini siktiminin karakteri ne biçim ölmüştü di mi” yorumunu yapmamla neden sona erdi, bunun cevabını bilmiyorum. bence darth maul da en karizma karakterlerden biriydi, zaten sataniste benziyordu.

bir de t-shirtle gezmeyeyim artık.

not: her zaman olduğu gibi yukarıdaki görselin olayımızla bir alakası yok ama ben yine not geçmek istedim.

Categories
Haşmet Babaoğlu

lahmacun

soğanla güzel.

Categories
Cihangir Yokuşu

kırmızı bir cumartesi

pek bir anlamsız geçen yazın -her yıl olduğu gibi- ardından soğuyan havalar nedeniyle titremeye başlamamın yaşadığım ilk kalp çarpıntısı kadar mutluluk vereceğini düşünmezdim. öyle ki sokağa çıkıp sabaha kadar koşasım var.

böyle insanların başına art arda kötü şeyler gelir de felaket silsilesi yaşar ya. işte aynen öyle bir hafta yaşadım sayın sözlük okuru. şok üstüne şok yaşadım öyle böyle değil. her yaşadığım olay ayrı bir bergen parçasına tema olur. peki ne yaşadım? iyi bir arkadaşınızın bilgisayarında son girilen internet sitelerinin arasında gay pornolarına giden linklerin olması dışında pek çok kötü şey diye cevaplayabilirim bu soruyu.

bugün bir de sivil ile buluştuk. gerçekten de bu kez sivildi. birkaç ay sonra görüşmüş olduk, yine birkaç ay sonra alkolle olan küslüğümü bitirdim. bir de hayatımda ilk kez tavla oynadım ki hayatta en iyi olduğum alan buymuş galiba, yeni farkettim. oyunun neticesini de buraya yazıp kimseyi rencide etmek istemiyorum.

taksimde hangi grubun eylem yaptığını yanlış tahmin etmem dışında iyi bir gün olmuş sanırım. yazıda da şu ana dek küfür kullanmadım.

bugün tekrar tekrar kurduğum cümle şuydu: “keşke tekrar üniversitede hazırlık sınıfında olsam“. üniversitede hazırlık okumadım ama zaman içinde gereksiz yere ciddileşen hayatımın aradığı panzehir bu olurdu.

2009da bu bloga neredeyse hergün yazıyormuşuz ama ben takvimi de daha da geriye çekip eylül 2005e gitmek istiyorum.

o sabah güneşin doğuşunu birlikte izliyorduk…

Categories
05:45 Hikayeleri

penaltı edebiyatı

o an. kesin öleceğimi bilseydim bileklerimi keserdim. ölmeme ihtimalimin çok komik olacağını düşündüm. bir yetişkinin intihar teşebbüsünün beş yaşında bir kızın çığlık atarak elma şekeri istemesinden hiçbir farkı yoktu. kendimi yüksek bir yerlerden bırakmak istedim. evet, o zaman kesin nalları dikerdim. hayır, cenazem yakışıklı olmalıydı. ayrıca yüksekten korkuyordum. babadan kalma bir yavuz16’ım vardı. hiç mermim yoktu.

çok yavaş ölmeye karar verdim. intiharın en onurlusu böyle olurdu. otuz-kırk yılda. acelem yoktu. dengesiz beslenmeye falan başlamalıydım. hava inceden kararmaya başlamıştı. fena halde sarhoştum. evrenin kendi kuralları vardı. şarhoşlar sadece direksiyon başında ölüyordu. ben açık kafayla bile kötü bir sürücüydüm. ağaçlar ve tabelalar yanımdan geçiyordu. kırtasiyenin önündeydim. -üç tüp bali. on liradan fazla para ödemedim. üstü kaldı.

semtin en virane köşesini aradım. kırık bir ev buldum kendime. burası önümüzdeki sabaha kadar bana yataklık edecekti. ay ışığının düştüğü bir tarafına attım kendimi. kırık ev bok kokuyordu. harbiden rezalet bi’ yerdi. kırık bira şişeleri, kullanılmış prezervatifler her yerdeydi. size selam veren bir kediden bile frengi kapabilirdiniz. yumurta poşetleri çoktan turuncuya bulanmıştı. asıldım. ilk poşet daha patlamadan iki sinyalci peydahlanmıştı. -abi bi’ sigara da bize versene. -dolu mu. boş mu. poşetlerimi gösterdim.  gözleri kaşlarına kadar açılmıştı. belli ki, kıyafetlerimle baliyi bağdaştıramamışlardı. gittiler. üç kişi olarak geri geldiler. üçüncü kişi bi’ yerlerin emniyet müdürünün çocuğuymuş. babası başka bir halt olsa üstündekilerden bi’ 8-10 ay yatarı vardı puştun. kürdanları vardı. ayranları da. hep beraber atlatmaya başladık. sigara yakıyordum. hiç bitmiyordu. bir de kola açtım. yarılayamadım bile. bilgisayarın şeklini bile unutmaya başlamıştım. ama karşımda sohbet programlarından çıkma suratlar uçuşuyordu. biri “üç” dedi. diğeri “sekiz”. biri bana vurdu. sayılarla aram iyidi. bana vuranın göz kırpıp “on dört” dediğini unutmadım. yan taraftan sesler geliyordu. yerinden çıkmış kalorifer peteğine asılıp tek gözümle dışarıyı kestim. bizimkilerden biri fallı fallanmış götü bollanmış elli yaşlarında bir karıyı vaziyetliyordu. midem bulandı. kusamadım. ve evet, üç roldan sonra bizimkiler olmuştuk.

evden çıkmaya çalıştım. nefes almam gerekiyordu. neden buradaydım. hah. evet. kendimi yıkmam gerekiyordu. kapıya doğru hamle yaptım. daha önce görmediğim iki bitirim daha çıkmıştı ortaya. kafasız et yığınlarına benziyorlardı. arka cebime uzanıp, bursa işi kıl çakımı aradım. çakı avucumun içinde eriyordu. açamadım. biri koluma asıldı. tırnaklarını koluma geçirdi. ‘bursa işi’m ay ışığında parladı. maraza orada bitti. nasıl bittiği hakkında hiçbir fikrim yok. şafak sökerken anahtarın deliğini arıyordum. yatağımdaydım. başım dönüyordu. hayat bana en fena fahişenin yapmayacağı orospuluğu yapıyordu. tavan çok alçaktı.

Categories
05:45 Hikayeleri

arka direkte top beklemek

inişli çıkışlı geçen son birkaç günden sonra bütün gün evde kalıp televizyon izlemeye karar vermemin benim için nasıl sonuçlar doğuracağını önceden kestirmem mümkün değildi, hayatımdaki pek çok şeyin aksine.

natgeo’da önce su altında 9 dakika duran adamı, sonra insan yiyen yamyamları -afiyet olsun-, sonra da voodoo rahiplerini gördüm ki rahiplerin genel olarak saçlarını uzayıp düzel bir şekilde arkaya doğru tarayabilen afrikalılar olmaları beni onların gerçekten farklı olduğunu düşünmeye itti.

bunların dışında bir de devletin türklerin uzaydaki haklarını korumak için kurum kurması -kurum kurmak nihalatsiz.org usernamei gibi adeta- en çok dikkatimi çeken haber oldu. bir de ntvdeki tarih programının 25th hour müziklerini çalıyor olması enteresan, ben kafamın içinde çalıyor sanıyordum.

televizyonla olan birlikteliğimi çok net ve kararlı bir şekilde “amına koyim” deyip noktalayarak bilgisayar başına geçtim. aklımda bir şey olmamasına rağmen buraya bir şeyler yazma uğraşındayım.

yazıyı yazmakta olduğum an itibariyle twitterda sürekli okuduğum şey #occupywallstreet. bir an evvel #resitpasayisgaledin bekliyorum bizimkilerden. amerikanlar gerçekten ilginç insanlar. lisedeyken bile benim aklıma gelmiyordu böyle şeyler. bir de galiba amerikanların aptallığından bahseden bir diyalog içerisindeydim bu hafta. bugüne yine televizyonda arnold öküzünü california valisi sıfatıyla görmem ankara-melih gökçek ikilisine daha bir sempatiyle bakmamı sağlar gibi oldu, ama sonra sağlayamadı.

aklıma gelmişken buradan ergenekon sanığı yakınlarına da bir tavsiyede bulunayım. malum çok okunan bir blog, mesaj yerine ulaşabilir. çıkardığınız kitapları bir set halinde piyasaya sürün. isim için de en az bir milyon alternatif var, mesela “gerçekler” olabilir. -hihihi diye gülesim geldi burada-

bir bardak çay almak için mutfağa gitmek üzere olduğumda yaşar nuri öztürkün yeni bir aşka yelken açtığı haberini alınca bu yazıyı burada noktalamaya karar verdim.

Categories
Anal İz

garip bi dünya: televizyon dünyası

şimdi benim bu yazıya normalde televizyonun icadından falan girmem gerekiyor ama girmiyorum. merak ediyorsan googleda arat bence. aratılmayacak bir şey değil.

haber kanalları dışında televizyon izleyen biri değilim. geçen akşam tv kumandası elimdeyken başıma gelenler de bu çizgimde çıkmamanın ne kadar faydalı bir şey olacağını yaşatarak öğretti bana.

kanalları sürekli değiştiriyorum. hızlı ilerlerken sanki arada bir şey gördüm. durgun geçen cinsel yaşantım mı beni yanıltıyor yoksa az önce baya anadan doğma bir karı mı belirdi ekranda diye düşünüyorum. geri dönüyorum. kanal rtl. almanca bir ses geliyor arkadan. yahu bakıyorum herkes çıplak. elinde birayla 70 yaşında adamlar daltaşak geziyor, badminton falan oynuyorlar. benim gördüğüm karı da memelerini sallaya sallaya (oy memişler memişler) frizbi atıyor sevgilisine. sevgilisi de mal tabi. röportaj veriyolar, almancam yok anlamıyorum ama çok da prime time bir zamanda am falan görebiliyoruz rtl’de. modernlik güzel şey.

neyse işte bir de acun var. televizyon dünyasının prensi. kah erzurumda üniversite konferans salonunda hülya avşar ile jürilik yaparken, kah ultra sikimsonik adalarda nihat doğan dokunulmaz madalyası -ya da öyle bir şey- takarken çıkıyor, bir sağdan görünüyor, bir solda beliriyor, yeni donanım tanıtma sihirbazı gibi adeta. aslında kendisinin bu yazıyla pek alakası yok da ne bileyim televizyon diyince aklıma geldi.

o değil de şu yıl üniversite hazırlık sınıfında olsam ne güzel olur diyorum kendi kendime. ekşisözlükte yazar olup blog açardım bir tane.

daha girizgahtan mizyon-vizyon geyiklerine girmek “uber” gereksiz. makeup sevişmek kadar yersiz, afyonun kaymağı kadar milli. bu şarkı da kendini bu alemde adam sanan tüm orospu çocuklarına gelsin. shit, fuck, satan, death, sex, drugs, rape.

blog açmak dedim de bu blogun da ilk yazısı 7 aralık 2008de gelmiş (yazının ana fikrini anlamadım). üçüncü yıla yaklaşmışız. bir kutlama yapmayı düşünmüyoruz ama taksimde buluşup bir yerlere gidin. değişen dünyaya ayak uydurun.

şimdi benim çok işim var ama yine dönücem.

gitmeden bir konuda sizi aydınlatmak istedim. bu yukarıdaki bor. hani şu çok olan ama amarikanın bize çıkartmadığı maden. sağda solda hep muhabbeti döner, kurtulamazsınız. bu tip bir tartışmaya girdiğinizde ön bilginiz bulunsun diye göstermek istedim. en azından nasıl bir şeye benzediğini bilin. mutlaka işinize yarayacaktır. okuyun, araştırın, cahil olmayın.

Categories
Unuttuk Sevişemedik

tumblr naneleri

kusura bakmayın. bizim sitenin de tumblr sayfası var ama kişisel bir tumblr sayfam olsa utanırım. arkadaşlarımın yüzüne bakamam yani. batsın bu dünya derim.

gözlemleyebildiğim kadarıyla tumblrda olaylar şöyle gelişiyor adım adım:

  • komik bir kullanıcı adı alıyoruz.
  • googleda “manik depresif yalnız aşk kız ağla sızla pucca” sözcük öbeğinden kafamıza göre iki ya da üç tanesini seçip görsel araması yapıyoruz ki yukarıdaki fotoğrafı buldum ben, tabii ki tumblr’da host edilen bir görsel bu.
  • bunun altına böyle “hey özgürlük ah 60lar devrim bir çiçektir” gibisinde şeyler yazıp “gelen sevgili giden sevgiliyi arattı, önce giden belki sonra gelir, gelmese de yine gelir, o gelmezse şu şarkıyı dinler ağlarım” gibisinden radiohead benzeri müzik yapan pek tanınmamış -mümkünse last.fm de 1 milyon altı skroplanmaya sahip- bir grubun dandik bir şarkısı paylaşılır. bu şarkıyla ilgili bir not geçeceğim yazının sonunda.
  • olabildiğince salak olunur.
  • bir de avatar önemli. önceden kankayla gidilen bershka mağazasının kabininde üstte xl erkek tişörtü altta don varken çekilen fotoğraf yüz gözükmeyecek şekilde avatar yapılmalıdır. tumblr’ı müthiş bir ekmek kapısı olarak görüldüğü için “aa bu kız verir” imajı uyandırılmalı.

devam edemeyeceğim ben. özetle tumblr kötü şey. çok kötü şey.

Categories
A Night to Forget

23 şubat 2008 akşamı neler yaptım?

tarih 23 şubat 2008… ulaş’ın yanındaki ilkay’a sezen nasıl kız? diye soralı tam 8 yıl olmuş (bu hikayede ulaş sezen’den hoşlanan, ilkay da sezen’le aynı sınıfta olan kız, sezen de kız işte). ilkay’ın cevabı tam sikimlik kızdı.

ufak çapta da olsa bir tartışma yaşamıştık o gün parkta. ama güzel cevaptı mucit ilkay’ın verdiği. dünyaları sikti attı adeta.

sonra aradan sekiz yıl geçti. geldik 2008’e…

bir şubat akşamı..

kendimizce bir takım sanatsal olaylara merak salmışız.

şimdi sitenin tepesinde hayatın tek ve gerçek anlamı olarak geçen bir ifadenin turuncu harfçiklerle masumca ifade edilişi bence epey bir sanatsal değer taşıyor. yalnız olaylar derinleşmeden hatırlatayım.. albüm içerisinde ellerde skol biralarla recep ivedik flylerları önünde çekilen fotoğraflar ile halet-i ruhiyemizi açıklama babında son derece determinant.

burada da kapitalizme bir darbe vurmuşu… ahehaheha

tam bi sapıtma hali. terbiyesizlik olsun da nasıl olursa olsun. bu ne kardeşim.

seda ablamıza ve deli yürek kenan abimize yapılan bu saygısızlığı affetmemiz mümkün değil. heleloyloooyloyyy

lahmacuncu seviyesine düşen espri anlayışı alkolmetre gibi adeta. kolay gelsin trafik şube.

insanoğlu gerçekten de çok yaratıcı. yeter ki doğayla bütünleşebilsin.

insanoğlunun yaratıcılığından bahsetmiştim.

bu sanat eseriyle de tühh ananız bacınız yok mu sizin eleştirisi hakediyoruz. hee bu arada sanatın da sanatçının da anasını sikeyim.

bu hareketten sonra 5 dakika saygı duruşunda bulunup ağzımızla korna sesi çıkardık. zaten alkollüydük.

reklam olmasın diye arabanın markasını kapadım ama fiattı araba.

işte insanlığın bittiğinin resmi.

bütün bunlar olduktan sonra nasıl normal biri oldum? içkiyi nasıl bıraktım? ibret dolu bir hikaye. eğer stv ile anlaşamazsam içimde kalmasın diye buradan yayınlıyorum. şimdilik bye amk.

a night to forget bu arada.

Categories
05:45 Hikayeleri

2011 de bitiyor

şu kadar zamandır bloga yazmadığıma inanamıyorum arkadaş. hakikaten inanamıyorum. yok yani böyle bir olay. ulan it yazmıyorsun, bari git şu facebook sayfasına bak, onlar da okurların haykırışlarını oku.

evet. bugüne kadar blogda pek çok ibnelik, orospu çocukluğundan bahsettik, bu son ayrılık da bizim orospu çocukluklarımız hanesine not girilsin lütfen. zamanı gelince geri dönüş yaparız.

şimdi başlığa uygun gitmek lazım, zamandan bahsetmek lazım. neler oldu neler bitti bu uzun ayrılık dilimde. bir kere hatırlatayım sivil şu anda sivil değil. kendisi şu anda güzel mi güzel bir anadolu kentinde -anlata anlata bitiremiyor- birliğinde nizamiyede nöbettir, kakadır falan, vatani görevini -ahahaha- yerine getiriyor. neyse büyük laf etmeyelim, vatani görevim bekler beni ileride.

arada eski yazılara bakıyorum da şu çarptı gözüme. marliyn manson orospu çocuğuymuş. bugün de aynı şeyi düşünüyorum, bir farklılık yok.

Peki ben ne yaptım bu arada? Hiçbir şey yapmadım. Hayatım garip bir hal aldı, üslubum bile değişmiş bazı noktalar dışında. ama bizim sitenin şu sloganını düşündüm hayatın tek ve gerçek anlamı am şeklinde olan. aslında hayatın anlamının ne olduğu düşünüyordum, çıkış noktam am oldu, evet lan dedim, hatta evreka dedim, hepimizin çıkış noktası orası. garip ama hayata anamızın amından başlıyoruz. neyse, sonrası karışık, mananın derinliklerinde kayboldum. zaten yazı böyle giderse başarısız bir blogging girişim olan Bir Genç Kızın Anılarına döner bu iş.

Yahu bir de piyasada yokken, 22 ağustos diye bir şey çıkmış, siteler kapanacakmış. gündemden uzak kalmak kötü şey. adeta memleketi için mezarından kalkmış atatürk gibiyim. bu arada sevgili mike gerçekten de kendini tekrar tekrar okutan bir cümle kurmuş.

hatırlamıyorum ama sanırım bugüne kadar blogumuza gelen ziyaretçilerin google aramalarında kullandıklarını key phraseleri paylaşmadık ama gördüğüm kadarıyla hala deviantarttan ekmek yemeye çalışanlar var. gereksiz bulsam da söylemem lazım, geçti oranın modası. 2005-06 yıllarında savaş karşıtlığından, aktivistlikten vb. politik duruşlardan hasat yapabiliyordunuz da devir o devir değil, hem de hiç değil.

ağır ağır eski günlerine dönecek blog. bize güvenin. hepinizi kucaklıyoruz. 62ytl varsa türkiye için var. durmak yok, yola devam. 62ytl ile herkes gülecek. bize her şey sizi hatırlatıyor.

Categories
05:45 Hikayeleri

papatyalı yazılar vol. 1

güne “sabahın köründe daha güneş doğmadan, mahallenin piçleri sokağa çıkmadan” şarkısıyla başlamanın bir getirisi olur mu diye düşündüm. küheylan yelesinden yapılmış döşeğimden (heyt be!) adeta bir ok gibi fırladım.

tabi hevesim çabuk kırıldı. neden kırıldı derseniz yalnızlık koyuyor. bahar aylarının gelmesiyle gevşeyen gönül yayları istiyor ki manita gelsin, daha mahallenin piçleri sokağa çıkmadan, “hayatıım, sana puf böreği yaptım” diye seslensin, geceden arta kalan kısılmış sesiyle. işte o zaman çok güzel şeyler olur biliyor musun okur.

gerçi manita olayları da kötü be. burası türkiye, ben de her öğün soğan yiyen insanım, “hayatıım sana puf böreği yaparım ama yeme şu soğanları” derse atarlanırım, dellenirim, küllenirim. sarmısak olayına eyvallah ama soğan o kadar kötü değil. soğanı artık kabullenin kızlar. rüyamda bununla ilgili bir şey gördüm de.

bu ilişkilerin karmaşıklığı da bambaşka bir sorunsal. burada insan doğası gereği diye başlayıp giden cümleler kurmak istemiyorum ama ey sevgililer, ilişkiler aslında o kadar karmaşık değil. bir insanla birlikte olurken büyük israil’i kurmuyorsunuz. bir de kızlar, lütfen ex-manitalarla kamuya açık alanlarda tartışırken “haa şimdi de aşık oldu öyle mi?” gibisinden cümleler kurmayın. bir haftada iki kez denk gelmem bunun sık yaşanan bir olay olduğunu ispatlıyor. ulan herif orospu çocuğu mu? niye aşık olmasın? seninleyken süperman miydi bu adam?

özet geçeyim…

bana sabahları puf böreği yapacak, soğanı benimseyecek, gereksiz tartışmalardan kaçınacak bütün kadınların kulu kölesi olurum, adlarını göğsüme dövdürürüm, deplasmanına giderim.

neyse, önemsiz şeyler bunlar. sabah sabah ne yapmaya çalıştığımı inanın ben de anlamadım ama papatya olayında iyi ekmek var dediler.

Categories
Human Race Must Be Destroyed

haydi herkesi öldürelim


okkoro fukara sevgili okurlar. iki gün önce beşiktaş’ın göbeğinde yarrak gibi yükselen en az mısır’daki sfenksler kadar heybetli ama kimsenin ne sikime derman olduğunu bilmediği o heykelin gölgesinde heper’le memleketi kurtarıyorduk. heykelin boyutunu bilenleriniz gölgesinin altında yalnız olamayacağımızı tahmin etmiştir. evet. bizden başka bir adet polis arabası, iki adet polis memuru, bir adet protatif masa, üç adet “idamın geri gelmesini isteyen” vatandaşımız daha vardı. idam uygulamasının tekrar yürürlüğe konmasını ne kadar istedikleri gözlerinden okunuyordu. hatta bu uğurda imza falan da topluyorlardı. bu işi daha önce pek çok kere yaptığı mart ayınında eda taşpınar bronzluğuna ulaşmış suratından belli olan bariton sesli ağabey beşiktaş’taki yaya trafiğine şöyle çığırıyordu: “çocuklar ölmesin, analar ağlamasın. idamın geri getirilmesini istiyoruz.” işler de gayet iyiydi.

başka idam isteyenler de vardı. idam isteyenler kalabalığın içinden ok gibi fırlıyor, masadakilere mürekkepli saygılarını sunduktan sonra aynı hızla idam istemeyenlerin arasına karışıyorlardı. susamıştık. karnımız açtı. oralı değildik. tekrar aynı yere döndüğümüzde ise artık heykelin gölgesi yoktu. saat 12’yi yeni vurmuştu. imza toplanan masanın olduğu yerde sokak lambasının ışığında parlayan bir midye tezgâhı ve üç tane kedi vardı. orada terk edilmiş bir balkabağı görseydim daha az şaşırırdım, dostlarım. bu fantastik hikaye beni eve dönüş yolunda da yalnız bırakmadı. aklıma çocukken idamı ne kadar çok sevdiğim geldi. idamı karşılıksız seviyor, her gün birileri yaptıkları zalimlikler için cehenneme gönderilsin istiyordum. üstelik öyle normal yollarla değil. en sevdiğim metod: kucak infazı adını verdiğim yöntemdi. tecavüzcünün erekte olmasını bekliyor, sonra sikini kesiveriyordunuz. herif kan kaybından ölürken işlediği bütün günahlar bacaklarından akıp gidiyordu. profesyonel striptizcilerin de işin içinde bulunduğu bu cezai yaptırımı bir defa canlı görmek için en sevdiğim ninja kaplumbağa figürümü bile vermeye hazırdım. işte çocukken bu tür şeyler düşünüyordum. bu söylediklerimi ciddiye alıp beni psikiyatrıyla tanıştırmayı düşünenleriniz olmuştur. o halde o yıllarda kendi sümüğümü yiyip, bokumla oynadığımı da bilin.

aynada keline bakmadan idamın bir yaptırım olarak uygulanmasını isteyenlerin altı yaşındaki benden ne kadar farklı olduğunu kestiremiyorum. ‘iyi insanlar’, kötü insanların infaz edilmesini istiyorlar. devlet eliyle canlı yayında cinayet görmek istemek kadar büyük bir orospu çocukluğu yoktur. toplumun istemesi gereken kötü olanı göçe zorlamaktır. onu ezmek değil. kötüyü ezmek iyiye kalmamıştır. bir adam, bir çocuğun ırzına geçip onu öldürüyorsa bu oldukça nahoş bir durumdur. bu konuda ben de siz gerizekalılarla mutabıkım. fakat bu adamın bilinçsiz bir sapkın olduğunu, yediği bokların bir eğilimin ürünü olduğunu tartmaktan çok uzaksınız. eğer çok kudret abidesi saydığınız o devlet örgütü, bu hasta adamı sizlerden izole edemiyorsa ve siz bunun farkında değilseniz oturun, ağlayın.

e-o zaman asmayalım da besleyelim mi. kamu kanaati her zaman yargıdan çok daha acımasız olmuştur. linç etmek istiyorsunuz. hatta siz de çocuk tecavüzcülerinin çocuklarını sikin. çocuğu yoksa on beş yaşını aşmamış yakın akrabalarını bulun, sikin. çocuğunu ısırdı diye sokak köpeğini saçmayla dolduran adam da var elimizde. her mahalleden en az üç ölüm mangası çıkar. infaz sonrası da halısaha. ehahaha.

Categories
05:45 Hikayeleri

aslında hayat güzel yüksel uzel

merhaba.

aslında hepimiz varlıklı bir ailenin tek çocuğu olmak isteriz, ama orta gelirli bir ailenin 3 numarasısıyızdır. gerçekten bedava ve bir o kadar da şahane şeyler yapmak yerine üzerinde amex yazan kartlarımızla bedavaymışçasına alışveriş yapmak isteriz. 350 yeni türk lirası sayarak aldığımız v yaka tişörtün iman tahtamıza temas ederken aldığımız orgazmik hazdan ziyade her daim hiçbir şeyin bedeli yokmuş kafası yapan überzengin velet triplerini severiz. tabi orta halli bireyler için bunlar, bir nil timsahıyla yavru bir geyiğin sevişerek dünyaevine girmeleri kadar uzak olaylardır.

radikallerde seyretmeyi seven bizler, kaybedeni oynamayı seçeriz. böylesi daha kolaydır. ağla. çünkü istanbul çok kasvetli. gündüzler çok aydınlık. bugün pazartesi. yarın pazartesi. patronuna her gün kızgınsın, fakat hiç dövüşmedin. “burası değilse neresi. şimdi değilse ne zaman.” bugün de vuramadın. ağlamaya devam et.

kafamızı yatağın öbür ucuna koyup uyumanın kıymetini hiçbir zaman bilemeyeceğiz ya da yastığın soğuk tarafını çevirmenin. bir yerler çok yeşil. göremeyeğiz. uzaklar çok güzel. gidemeyeğiz. bizden başka insanlar da var. sevemeyeceğiz.

ehaha. naber piçler. uzun süredir siklisoklu yazmıyoruz. bu post da onun yansıması. bir süre sonra elimiz alışır, tuş sesleri ovalara yayılır.

Categories
A Day to Remember

şu anda milyonlarca genç

adının ygs olduğunu düşündüğüm -sandığım, her ne skimse- sınavda ter döküyor, döktü. döktü de noldu? bir şey mi oldu? hayır. sınavlar daha devam edecek.

hiç eğitim sistemi tamlamasını içeren cümleler kurmayacağım, bu da sondu. bu sabah saat 9 gibi uyandığımda önce gözümdeki çapağın beni rahatsız ettiğini farkettim. sonra da aklıma bugüne ygs’ye giren genç arkadaşlar geldi. ulan kalkıp bir şeyler yazayım dedim ama inanır mısınız çok koyardı pazar sabahı o saatte kalkmak. anca kalkabildim şimdi. ama yatakta kaldığım süre boyunca eski manitalardan süre kaldığı kadar ygscileri düşünmeye çalıştım.

iyi bir üniversitede okumak, ne bileyim, iyi bir gelecek herkesin hakkı. ama ben sınava girdiğimde hiç böyle düşünmemiştim. benim zamanımdaki sınav öss diye kısaltılıyordu. sınav anında dışarıdan birinin gelip “amına kodumn çocukları inşallah kazanamazsınız” diye bağırıp bulunduğum sıkıcı ortamı şenlendirmesini istedim tengri’den. olmayınca sınavın felsefe bölümüne geçtim.

bugünkü ygs’de 0 çekenleri açıklamakla birlikte “istediğimiz sorudan başlayabiliyor muyuz?” diye soranları da açıklamalılar bence. bizzat şahit oldum girdiğim tek sınavda. başka yerlerde de oluyordur mutlaka.

neyse uzatmayalım lafı. yukarıdaki görsel özellikle sınava giren erkek öğrencilere armağanımdır -bir an kendimi atatürk gibi hissettim-. sınava hazırlık dönemi boyunca o stresi yaşayan, çıkardığı sivilceler yüzünden suratı talan edilmiş havuç tarlasına dönen öğrenciler, birleşin! -şimdi de marx oldum-. birleşin, kerhaneye falan gidin, beyoğluna gidin, yanında manitası olan kızlara laf falan atın, mevzu çıkarın. gün sizin gününüz -şimdi de üstün dökmen-

Categories
05:45 Hikayeleri

dust kuruyorum beyler

hani sibel kekilli diyor ya, “porno benim isyanımdı“.  bir dönem gençliğin de isyanı counter strike idi. ben de counter ile isyan etmiştim hatta. birgün mal arkadaşım mucit osman’ın “olm gel kantır oynayalım” demesinin o an hayatımda çok şeyi değiştireceğini bilmiyordum. sonradan bu oyun bir şekilde isyana dönüştü işte. sniper açıp binaların tepelerinden falan atlıyordum. aynı sibel’in lafı gibi büyük bir lafmış osmanınki de halbuki (okuyorsan senin amına koyim, hala ev telefonundan arıyorsun beni. bunu sana ilk kez 2005te söylemiştim, sene 2011 oldu).

oynadık, çok kelleler aldım -headshot da diyoruz-, çok götler kestim falan. baktım böyle olmuyor. bu arada şuraya kadar sibel kekilli (porno), eski sevgili, osman ve kantır başlığını hakeden saçmasapan bir yazı oldu farkındayım. ben olsam bundan sonrasını okumam.

Ancak ben böyle puştluk yaparım işte. Güzel bir sibel fotoğrafıyla okurun devamlılık göstermesini sağlarım. bu arada internette sibel’in samanlıklar üzerinde anlamsız fotoğrafları varmış, az önce gördüm. Hee sakın pornoyu kötülediğim falan düşünülmesin. Sonuçta hayatının bir bölümünde counter strike oynadığını itiraf etmiş bir adamım. Kendimle çelişirim eğer pornoyu kötülersem, iyi bir şey porno, yararlı.

Bir de kızcağız nasıl isyan ettiyse ödemede ciddi bir gecikme olmuş.

Şu an en çok düşündüğüm şey birkaç sene evvel epey meşhur olmuş bilim adamı ÇETİN BAL’ın ne yapmakta olduğu. Kendisi Zamanda Yolculuk Araştırma Merkezinin başındaydı bilindiği üzere, şu an nerenin başında acaba? Japonya depremiyle ilgili ne düşünüyor? İstanbulda aynısı olur mu? Travestiler Merter’i neden terk etti? Neden kendisinin ismini duyamıyoruz? Bir takım orospu çocukları mı küstürdü onu bilime?

Neyse, biraz uyayım, yine yazacam.

Categories
Human Race Must Be Destroyed

selaminaleyküm abiler biz geldik

merhabalar okurlar.

öyle oldu, böyle oldu, epeydir yazamadık. ancak siz sevgili hayranlarımızın yoğun isteğine, özellikle de bayan arkadaşların yaptığı çılgınca geri dönüş çağrılarına daha fazla dayanamadık. öyle çılgınca şeylerde ki bunlar yazarak bitiremem. öyle şeyler yani.

geri dönüş şerefine bir de yeni tasarımla karşınızda bulunmaktayız pek değerli okurlar. sivil bana sitenin tipografisi kötü demişti. beklenenin aksine tipografinin ne demek olduğunu biliyordum. sonra sitenin tipografisini güzelce yaptırdık. paraya kıydık, en iyisi olsun dedik, dünyanın bi numaralı bu işlerden anlayan adamını bulduk, ona yaptırdık. hatırlayacağınız üzere babalarımız zengindi bizim.

başlığı nereden geldiğini hatırlayana, çıkarana, bulana edene bu yılın çok değerli ilk on puanını veriyorum.

daha daha sık yazacağız artık, hepinizi öptüm. şimdilik siktirip gitmem icap ediyor.

Categories
Trivial

hellöğ

merhaba.
sevgili kendini adam zanneden bütün orospu çocukları;
ağzınızı, yüzünüzü, sol gözünüzü,
elinizi, ağzınızı, daracık boğazınızı,
annnenizi, bacınızı, soy ağacınızı sikmeye geldik.
sevgiler.

bu arada yeni tasarımın adı: ebru vatansever ft. k2 – yerleriniz kaymıyo’ (özellikle logonun üzerinde moonwalk yapasım geliyo’) /* tüm müzik marketlerde. */

%d bloggers like this: